Ana Sayfa Bilgi Kaynağı Yabancı Yatırımların Dünya Ekonomik Sistemindeki Yeri

Yabancı Yatırımların Dünya Ekonomik Sistemindeki Yeri

4
0

Yabancı yatırımların geçmişi çok gerilere gitse de, dünyada yaygın bir biçimde doğrudan yabancı yatırım yapılmasını 1990’ların başından başlatabiliriz. 1990’ların başının önemi, 1980’li yılların sonunda yaşanan borç krizinden kaynaklanmaktadır. 1980’lerin sonunda yaşanan ve birçok ülkenin borçlarını ödeyemeyecek noktaya gelmelerine neden olan borç krizi sırasında, sermaye ihraç eden ülkeler ve uluslararası finans kuruluşları, ülkelerin aldıkları borçların bir süre sonra faizlerini bile ödeyemez duruma düştüklerini tespit etti. Bu tespit sonrası başlatılan tartışma, sermaye ihraç eden ülke hükümetlerinin ve uluslararası finans kuruluşlarının azgelişmiş ve gelişmekte olan ülkelere borç vermekten vazgeçmeleri, bunun yerine bu ülkelere yabancı yatırımların teşviki kararının alınması ile sonuçlandı.

Bu karar çerçevesinde, sermaye ihraç eden ülke mevzuatlarında gerekli değişiklikler yapılarak, doğrudan yabancı yatırımlar teşvik edilmeye başlandı. Değişim süratle rakamlara yansıdı ve dünyada yapılan doğrudan yabancı yatırımlar 10 yıl gibi bir sürede 10 kat artarak, 1985-95 arasında yılda ortalama 140 milyar dolardan, 2000 yılında 1400 milyar dolara yükseldi. Takip eden 5 yıl içinde 1 trilyon doların biraz altında kalan yatırımlar, 2006 yılında bir kez daha 1 trilyon doları aştı ve bir daha onun altına inmedi. Son yıllarda ise, 2 trilyon dolar sınırına dayandı.

2014 yılında, doğrudan yabancı yatırımlarda ikinci bir kırılma yaşandı. Daha önce toplam yatırımlardan yüzde yirminin altında pay alan gelişmekte olan ülkeler, ilk kez 2014 yılında gelişmiş ülkelerden daha fazla yatırım çekmeye başladılar. Bu olgu, gelişmiş ülkeler açısından yatırım yorgunluğu gibi tanımlayabileceğimiz bir olgu. Yıllarca güvenli liman olarak fazlaca bir zahmete katlanmadan yatırım çekmeye alışmış gelişmiş ülkeler, gelişmekte olan ülkelerden, özellikle de Çin’den gelen bu meydan okuma karşısında, fazla bir şey yapamadılar.

Her yıl çektikleri yatırımların bir bölümünü kaybederek, sonunda tarihte ilk kez doğrudan yatırımları çekme konusunda gelişmekte olanların arkasında kaldılar. Bu arızi bir olgu da değil. Gelişmekte olan ülkeler, yıllar boyu yavaş yavaş çektikleri yatırımları arttırarak bu noktaya geldiler ve geçmiş yılların verileri, bu trendin önümüzdeki dönemde de devam edeceğini gösteriyor. Hatta, bu makasın açılması dahi söz konusu. Bunu gelecek yıllarda meydana gelecek gelişmeler gösterecek, ancak gelişmekte olan ülkelerin bu performansının yanında, gelişmiş ülkelerin yaşadığı krizler de son dönemin gelişmelerinin bir diğer tetikleyicisi.

Yabancı yatırımların bir başka boyutu, bu yatırımları yapan ulusötesi şirketlerin ulaştıkları büyüklük. Hem şirketlerin herbirinin büyüklüğü, hem de bu şirketlerin en büyüklerinin toplam içinde sahip olduğu payın büyüklüğü bakımından da yeni bir dönem içinde olduğumuz söylenebilir. Ulusötesi şirketlerin en büyükleri dünya üretimi içinde çok önemli paya sahip. Bu olguya, klasik tekel ya da tröst tanımları ile yaklaşmak, artık yeterince açıklayıcı olmuyor.

Yabancı yatırımların bir boyutu da, portföy yatırımları. Yani, borsalar yoluyla hisse senetlerine yapılan, mevcut bir şirketin hisselerinin bir bölümünün alındığı yatırımlar. Portföy yatırımları konusunda istatistikler, doğrudan yatırımlarda olduğu kadar gelişmiş değil. Her yıl yayınlanan portföy yatırımları raporları yok. Bunun bir nedeni, portföy yatırımları hakkında bilgi toplamanın doğrudan yatırımlara göre çok daha güç olması. Uzun yıllar, elde mevcut verilere göre, portföy yatırımları doğrudan yatırım rakamlarına yakın bir seyir izledi. Son yıllarda, portföy yatırımları hakkında bilgi edinmek daha da güçleşti. Elde fazla veri olmamasına rağmen, bu makasın açıldığına inanıyoruz. Portföy yatırımları, dünya finans sisteminin önemli bir parçası. Dünya finans sistemi ise, her geçen gün daha da karmaşıklaşıyor.

Dünyada finans sisteminin ulaştığı büyüklük, akıllara durgunluk verecek boyutta. Dünya gayrisafi hasılası 70 trilyon doların biraz üzerinde iken, türev finans piyasalarının boyutu bunun on katına ulaşmış bulunuyor. Buna birincil piyasalar da eklendiğinde, finans sektörünün büyüklüğü 1 katrilyon dolara yaklaşıyor. Yani dünya gayrisafi hasılasının yaklaşık 14 katı. Finans sektörü her şeyi kontrol ederken, kendisi kontrol edilemez niteliğe bürünüyor.

Dünya ekonomisinde bu ve benzeri ilginç gelişmeler yaşanıyor. Finans sektörünün durumu, ulusötesi şirketlerin ulaştığı büyüklük, bu gelişmelerin yalnızca bir yönü. 2008 yılında başlayıp, hala tam atlatılamayan küresel ekonomik kriz, akla ‘bu, kapitalizmin devrevi krizlerinden başka bir şey mi’ sorusunu getiriyor.

Dünyada sermaye ve finansın kavuştuğu bu nitelik, eşitsizlikleri de alabildiğine arttırmış bulunuyor. Zenginler ve fakirler arasındaki uçurumun her zaman olduğundan daha fazla açılıyor oluşu, dünyada yine eşi benzeri görülmemiş sosyal çalkantılara ve siyasi gerilimlere yol açıyor. Siyasi gerilimler mevzi ve bölgesel savaşlara, iç savaşlara yol açıyor ve bu savaşlardan kaçan insanların yarattığı göç dalgaları, dünyamızda daha önce görülmemiş tehditlerin oluşmasına neden oluyor. Göç dalgaları gelişmiş dünyanın metropollerine ulaşırken, savaşı da zenginlerin mahallelerine taşıyor.

21. yüzyıl, belki de yepyeni ekonomik, sosyal ve siyasal gelişmelere sahne olacak. Kapitalizm her zamankinden daha fazla sorgulanacak ve kim bilir, belki de her krizden çıkarken müthiş bir kendini tamir yeteneği gösteren kapitalizm, bu dalga karşısında değişime uğrayacak. İsteyerek olmasa dahi, zenginler güvenlik kaygısıyla, daha paylaşımcı bir yöne doğru yönelmek mecburiyetinde kalacak, yoksullara katkı sağlayacak uygulamaları devreye sokacaklar. Bunlar fazla iyimser ve ütopik gelebilir, ancak 2015 yılında toplanan G20 Zirvesi’nde bu konular dillendirilmeye başladı bile.

Sanırım, konuyu çözecek faktör, tüketici ihtiyacı. Kapitalist işletme, ürettiğini satmak zorunda. Bunun için pazara ve satınalma gücü olan tüketiciye ihtiyacı var. Artık eskisi gibi sömürü mümkün değil. Gelirden ya da kârdan tüketici kesime daha fazla pay aktarması ve tüketici kesimin satınalma gücüne sahip olmasını sağlaması lazım. Bu global ölçekte, daha az gelişmiş ülkeler için de geçerli. Bu ülkelerin pazar konumunu muhafaza edebilmeleri, biraz olsun zenginleşebilmelerine ve gelirin de daha dengeli dağılımına bağlı.

Benzer bir yaklaşım, önümüzdeki 30-40 yılda robotların üretimde kullanılması olgusu için de geçerli. Bazı araştırmalar, tüm sektörlerin yüzde 50’sinden fazlasında robotların istihdam edilmesinin söz konusu olacağını, bu sektörlerin önemli bir bölümünde de yüzde 80’in üzerinde robot istihdamının söz konusu olacağını iddia ediyorlar. Bu gerçekleşirse, on milyonların işsiz kalması, satınalma güçlerini tamamen kaybetmesi söz konusu olacak. Bu ise, işletmelerin kendilerini vurması anlamına geliyor. Sistemin ve ulusötesi kuruluşların buna da bir çözüm bulması gerekecek.

21. yüzyılda, kapitalizm önemli tehditlerle karşı karşıya. Bütün bu konulara çözüm bulma yeteneğini sürdürüp sürdüremeyeceği ise, merak konusu.

Yazar: Dr. Abdurrahman Arıman

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz